Hoşgeldiniz, sefalar getirdiniz.

İletişim için adminiubkfk@gmail.com.

21 Haziran 2006 Çarşamba

Miras

Sabaha karşı şiddeti artan rüzgar zaten güçlükle yanan çakmağımı işlemez hale getirmişti. Bir saat önce uzun uğraşlar sonucu yaktığım sigaramın ardından durmaksızın içtiğim dokuzuncu sigaram da bitiyordu. Tabakamdan çıkardığım onuncu sigarayı bir öncekinin sönmekte olan közüyle yaktığım sırada yine duymaya başladım o sesleri. Gecenin bu saati, üstelik aralık ayının ortasında, ücra bir tatil kasabasınının sahilinde bir anda kulaklarımda uğuldayan bu sesleri duymak kalbimi durduracaktı neredeyse. Evet, emindim... Kimse yoktu benim dışımda bu nemli kumsalda. Ne iflah olmaz şarapçılar, ne de inatçı balıkçılar. Ama bu sesler... Kadın, erkek; yaşlı, genç onlarca kişinin onlarca lisanda kah bağırarak, kah fısıldayarak söylediği anlaşılmaz cümleler...

Birkaç yıl önceydi, gece yatağıma girmiş, başımı yastığa koymuştum ki kulaklarımda bir anda bu uğultuların benzerini duymuştum. İlk defa o zaman duyduğum bu sesler o zamanlarda kendi lisanımda apaçık bana söylenen anlamlı cümlelerdi. Üstelik duyduğum bu seslere mantıklı bir açıklama da getirebiliyordum kendimce. Fakat bu gece zihnimin açık olduğu bir anda, dudağımda sigara, ayaklarımın altında denizin dalgaları olduğu halde bir anda duyulan o anlaşılmaz sesler. Bu benim için fazlaydı. Ama bu sefer daha önce yaptığım gibi korkup kaçmadım davetsiz misafirlerimden, hatta şarabın verdiği cesaret ve sohbet arzusuyla belki de buyur ettim onları karşıma, " Anlatın dostlar, nedir arzuhalınız?" dedim biraz yüksek sesle. Halen olgunlaşmamışlar anlaşılan ki hep bir ağızdan konuşmaya başladı simasız, gürültücü konuklarım. Bir kelime dahi seçemiyordum bu karmaşada. Elimden gelen tek şey o seslerden birine yoğunlaşmak ve sadece onu duymaya çalışmaktı. Bunu başarmaya dair tüm umutlarım tükenmek üzereyken tüm o uğultu kesildi ve tek bir ses yükseldi.


Bundan sonra yaşadıklarımı yazabilmek için öncelikle hafızama ardından yılmamak için metanetime güvenmekten başka çarem yok. O sesin ne tarifini ne de söylediklerini anlatabilmemin bir yolu var. Bilmediğim, hatta ne şimdi ne de geçmiş zamanlarda insanoğlu tarafından konuşulduğuna inanmadığım bir lisan uğuldatıyordu kulaklarımı. Ama devamlı tekrarlanan o cümlelerde, telafuzu imkansız kelimelerde öyle bir görkem, öyle bir kutluluk vardı ki... Kim bilir, belki de değişken ama hep coşkulu o ritimdir benim bunları hissetmemi saðlayan; belki de sesin etkileyiciliği... Bir süre kendimden geçmiş bir şekilde, seslere anlam yüklemeksizin uğultuya bıraktım kendimi. Sonra, hala nedenini anlamadığım halde, emin oldum bu sesin kime ait olduğuna: Bu "Deniz"in sesiydi...

Huzur... Gecenin bu saatinde, sevgilimin yatağından çıkıp bu karanlık, nemli sahilde yalnız kalarak bulmayı umduğum huzur işte o an sarmıştı tüm benliğimi. O an itibari ile benim için sadece Yüce Efendim ve ben vardım be evrende. Artık sizlerin yapay, sıradan, sıkıcı hayatlarınız yoktu. Yalancı aşklarınız, ihtirasların ardına sindiği hüzünleriniz, bencilliğinizi maskeleyen mutluluğunuz, hayatınızı yönlendiren dinmek bilmeyen ihtiraslarınız... Sadece ayaklarıma kapanıp ona tapmamı bekleyen, var eden ve yok edecek olan Yüce Efendim vardı.

Dinledim. Dinledim ve öğrendim. Artık kulaklarımda anlamsız uğultular yerine bir marşın aktardığı hatıralar vardı. "Deniz"in hatıraları. Bizden çok çok öncesine şehadet etmiş Yüce Efendimin hatıraları... Ah, neden kesilmişti sesi, neden umudu kesmişti benden, neden atalarımdan bahsetmiyordu artık... Sizler! Sizler yüzünden terk etti Yüce Efendim beni. Sizlerin kokusu sinmiş üzerime, sizler öğretmiştiniz bana gözyaşı dökmeyi, sizler öğrettiniz bana korkmayı, sizlerden öðrendim bencilliği, aldatmayı... İşte, Yüce Efendim uzaklaştı benden sizin yüzünüzden. Yine sizlerin arasında yalnız bıraktı beni. Neden almadı ki, neden beni de götürmedi atalarımın yanına. Neden sizlerin arasında bıraktı beni.

Yüzüme düşen soğuk bir damlayla gözlerimi açtım. Kafamı bacaklarımın arasına kıstırmış oturuyor halde buldum kendimi. Yağmur yağmaya başlamıştı. şimdi daha da korkutucu ve daha da uzak görünüyordu deniz. Ve sessizlik... O kadar korkutucuydu ki bu sessizlik, o kadar uzaktı ki bana. Nerede kalmıştı az önceki huzurum, az önce yüreğimi patlatacak olan heyecan. Yalnızdım bu sessizliğin en karanlık köşesinde. Kalktım, ardımda pantolonuma yapışmış olan ıslak kumları döke döke evime dek yürüdüm. Uyumadan önce yaşadıklarımı not etmeli ve benim dışımda birileriyle paylaşmalıydım. Belki zamanla ben unutacaktım ama bu gecenin hatırası bir yerlerde güvende kalmalıydı. Yüce Efendimin bana anlattıkları ise... Çoktan silinmişti zihnimden. Şimdi yine sizlerden biriydim, yine bencilliğim nedeniyle acı çekiyor, yine umut ediyor, yine seviyor ve nefret ediyordum. Yarın yine sizlerin arasına çıkacağım. Sizden ne kadar uzak olduğumu, size karşı ne derece nefret dolu olduğumu bildiğim halde sizlerin yüzüne bakıp gülümseyeceğim. Kim bilir aranızdan bunu okuyan biri bana dönüp" O yazı da uydurduğun o öykülerden biri deðil mi? " diye soracak ve ben gülümseyerek " Elbette Elif, sadece bir anlık sıkıntıdan saçmaladıðım bir yazı. " diyeceğim. Ardından aklımdan defalarca, yalvarırcasına aynı kelimeyi tekrar edeceğim:
"Keşke, Keşke, Keşke!"
Keşke bu saçma anıları uydurmuş olsaydım...

Kudret Pamuk

0 yorum:

Yorum Gönder